Define Avi

 

Tablo reader up chevron

Başlarken...

Dedem Reşat'ın dedesi, Mevhibe Ertaylan'ın babası Nazım Paşa, 1854'te İstanbul'da doğdu. İttihat ve Tercüman-ı Hakikat gazetelerinde uzun süre edebi makaleler yazdı. Takvim-i Vekayi muharrirliği, İstanbul Mektupçuluğu ve Beyoğlu Mutasarrıflığı yaptı. İlk valiliği Beyrut'ta başladı, sırasıyla Suriye, Akdeniz Adaları ve Edirne Valilikleri'nde bulundu. Sonra 1910'da vali olarak İzmir'e atandı ve 1911'e kadar bu görevi yürüttü. 1913 Ocak ayında ikinci kez İzmir valisi oldu. İstanbul'da ölen Nazım Paşa'nın, Engizisyon Esrarı ve Endülüs isimli iki tarihi, Aleksaniç, Sohum ve Hicret isimli tiyatro eserleri vardır.

Babamın dedesi, Reşat'ın babası İsmail Hikmet Ertaylan, 1889'da İstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesinde, yüksek öğrenimini ise Mülkiye Mektebinde tamamladı. İlk vazifeye Düyun-ı Umumiye kaleminde başladı. Galatasaray Lisesi ve Robert Koleji edebiyat öğretmenliğini takiben Hariciye Nezareti Matbuat Müdürlüğü Tetkik ve Teşhis Kalemi Mümeyyizliği görevinde bulundu. Bir Süre Azerbaycan Bakü Üniversitesinde edebiyat tarihi öğretim üyeliği, Yüksek Pedegoji Enstitüsü ile Tiyatro Mektebinde Türk Edebiyâtı, Batı Edebiyatı ve Sanat Tarihi Hocalıklarında bulundu. 1933'te yurda döndüğü zaman Ankara Kız Lisesi, Gazi Terbiye Enstitüsü Türk Edebiyatı ve Sanat Tarihi Hocalığı, Kıbrıs Türk Lisesi Müdürlüğü, Maarif Vekaleti Müfettişliği, Ankara Musiki Muallim Mektebi Müdürlüğü, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü ile Afganistan Maarif Nezareti Müşavirliğinde çalıştı. Son olarak İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı kürsüsünde profesör olarak tayin oldu. Burada Ordunaryüs profesörlüğe yükseldi ve 1958 senesinde emekliliğini istedi. 1967 senesinde İstanbul‟da vefat etti. Edebiyâta şiir, hikâye ve roman denemeleriyle başladı, basın hayatına ise Tanın gazetesinde Tevfik Fikret ile birlikte atıldı. Sonra edebiyât araştırıcılığına yönelen İsmâil Hikmet, yakın târihin değerli araştırmacılarındandır. Kır Çiçekleri isimli şiir kitabından Dante ve Eserleri'ne, Öğretmen Marşı‟ndan Fatih ve Fütuhatı'na kadar uzanan geniş bir edebi yelpazede onlarca eser vermiştir.

Babam Cengiz Ertaylan, 1943'te İstanbul'da doğdu. Ortaokulu Avusturya Lisesi'nde, liseyi İstanbul Erkek'te tamamladı. Lise yıllarında fotomuhabir olarak adım attığı Babıali'de, Basın ve Yayın Yüksekokulu‟nu bitirmesini takiben Hürriyet Gazetesi‟nin yazı işleri müdürlüğüne kadar yükselmesinde, oğlu olarak benim öykü yazmamda acaba bu genetik mirasın hiç etkisi yok mudur? 2005 ortasında İstanbul'dan İzmir'e taşınmam tamamen bir tesadüf sayılabilir mi, yoksa dedemin dedesinin izinden yürümek 1973 yılında kaderime yazılmış mıydı?

“Belki de tesadüf dediğimiz, bir şeyin bilinmeyen nedenidir.” - Voltaire

Alıcısı olduğum şeye bağlanabilmem için özgürlüğe ihtiyaç duyarım, sanatçı bana biraz hareket alanı bırakmalı ki kendimce bir anlam bulup çıkartabileyim. Diğer türlüsü dayatma gibi geliyor sanki. Yontula yontula zayıflamış, rötuşlanmaktan ham gücünü kaybetmiş eserleri sevmiyorum. Dolayısıyla öykülerimi de bir sanatsever olarak bana davranılmasını istediğim gibi yazıyorum, herkese aynı derecede beğendirme kaygısından uzak. Kafamdakileri kağıda döktükten sonra üzerinde tekrar tekrar kalem oynatmayı tercih etmiyorum. Rafineleştirme olarak adlandırabileceğimiz bu süreci açıkçası okura bırakıyorum, adeta bir ödevmişçesine...

Bu kitap benim üçüncüm, eğer öncekileri okumadıysanız da çok bir şey kaybetmiş sayılmazsınız, çünkü doğası gereği hepsi bir öncekinden daha iyi. Edebiyatın pozitif bilim olmaması ve dolayısıyla objektif kriterlerin de bulunmaması sebebiyle beğeni çıtasının yüksekliği her okura göre değişmektedir.
Bu durumda da şiir nedir öykü nedir, şair kimdir yazar kimdir, iyi eser nasıl olur gibi sorular, nesillerdir tartışılmasına rağmen, bir türlü sağlam temellere oturtulamamaktadır. Konunun özüne doğru pratik bir yaklaşımda bulunacak olursak, bence "Yazar kime denir" sorusunun cevabı, olay örgüsü kurmaya karakter canlandırmaya doğayı tasvir etmeye, kısaca edebiyata cüret edendir!

Bu elbiseyi kendime uysun diye dikmedim, ama söz konusu tanımlamadan ben de faydalanabilirim elbette. Sonuç olarak, karşınıza üçüncü kez yazar olarak çıkmaktan gurur duyuyorum, keyifli okumalar dilerim.

 

Comment Log in or Join Tablo to comment on this chapter...

Ağır Vazife

"Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, hayattır." Alexis de Tocqueville

Birazdan okuyacağınız öyküler bana ait değil. Pek gönüllü olmamama rağmen hatırlı dostların ısrarı ile jüri üyesi olduğum bir edebiyat yarışmasında finale kalan dört eseri okuyacaksınız. İlk defa bu sene düzenlenen yarışma şartnamesindeki tek madde, öykülerin, “Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü.” cümlesini devam ettirmesi ve beş yüz kelime sınırını aşmamasıydı.
Yemek kitaplarının bile hikayeden çok sattığı bir ülkede yarışmaya katılım tahmin edeceğiniz üzere pek yoğun olmadı, hepi topu yirmi üç eser geldi posta kutuma. Kendimce akıllılık edip, değerlendirme kurulundaki diğer arkadaşlara ön elemeyi yapma görevini verdim. Meğerse kazığın büyüğü bana kaçmış. Elemeyi geçen öyküleri bana teslim edip, tatile çıktılar. Bahsettiğim zaten dört kişi, oğlum, kızım ve eşleri. Anlayacağınız eşimin adına düzenlenen yarışmada kazananı ilan etmek bana kaldı. Edebiyat öğretmeni olarak çalıştığı askeri lisenin kapısında geçen sene şehit ettiler aslan gibi adamı. Tabi sadece kocam değil, servise binmek üzere olan dört meslektaşı da hayatını kaybetti patlayan bombanın etkisiyle. Neyse konuyu toparlayacak olursak, dört tane bile olsa el emeği göz nuruyla yazılmış hikayeleri sıralamanın hiç de sandığım kadar kolay olmadığını gördüm. Çocuklardan umudu kesince, aklıma sizden yardım alabileceğim geldi. Eşimin sözüdür, “Vazife bir kişi için fazla ağırsa, pay etmek gerekir.” Evet, işte öyküler, ne derseniz kabulüm artık, gönlünüze sağlık. Bu arada unutmadan, bu bir sır olarak aramızda kalmalı, çocuklar bu işi de kıvıramadığımı bilmesinler, lütfen!

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Körüklü otobüste kendisine yaslanan adamdan kalabalığı yararak kaçıp en arkaya gitmesine rağmen adam da ısrarla onu takip etmiştir. Mesai çıkışı olmasını fırsat bilip her akşam kendisine genç bir kurban bulan sapık, baltayı bu defa taşa vurduğunun farkında değildir. Daha diğer yolcular adama müdahale etmeye fırsat bulamadan, Safiye kendinden beklenmeyen bir çeviklikle arkasındaki adamın sağ bileğini yakalar ve kendi ekseni etrafında döner. Aylarca devam ettiği kendini savunma derslerinde öğrendiği bu hamle tacizcinin acıyla feryat etmesine sebep olur. Safiye adamın kulak hizasına eğilerek, “Her kuşun etin yenmez.” Zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışan adam elini kurtararak, “Yahu elimi kıracaktın ne yapıyorsun sen, karate filmi mi çeviriyoruz burada. Ben bayılıyor muyum kalabalığa sanıyorsun, çok sıkıştıysan inip taksiye bin!” Kapıya yakın duran bir genç de olaya müdahil olur, “Kıvırtıp durma kardeşim, ya efendi gibi özür dile bayandan ya da ağzını yüzünü kırmadan önce in kurtul!” Safiye‟nin de cesareti artmıştır, “Utanıcam, ses çıkarmayacağım sandın değil mi, terbiyesiz herif. Ben senin gibileri bilirim, ürkek kadınların karşısında aslan kesilirsiniz, ama zora gelince kuyruğu kıstırıp lafı evelemeye gevelemeye başlarsınız.” “Yok kardeşim, ortada bir yanlış anlama var. Siz neler diyorsunuz, ben çocuk muyum ya... Herkes gibi yorgun argın evime dönmeye çalışıyorum...” diye konuşarak şoföre ineceğini bildiren düğmeye basar. Gencin çıkışından cesaretlenen kalabalık da homurdanmaktadır. Arkalardan biri atılır, “Geçen gün de uslanmaz herifin teki kardeşime sürtünmüş otobüste, yoksa sen misin lan o sapık?” Otobüs sarsıntıyla durur ve kapıya hücum edenlerin arasında olayın faili gözden kaybolur. Yolculuğun geri kalanı için ortak bir konu çıkmıştır herkese ve günün tüm yorgunluğu unutularak hararetli bir şekilde sohbete başlanır. Yeni binenler de çok geçmeden
"Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, hayattır." Alexis de Tocqueville
Safiye‟yi, yağmurluklu adamı ve diğer detayları öğrenirler. Şehre akşam çökerken dayak yemekten ucuz kurtulmuş olan adam durakta bir sonraki avını getirecek otobüsü beklemektedir.

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Telefonda konuştuğu sevgilisi işten o hafta içinde ikinci kez geç gelmesini bahane edip kıskançlık krizine kapılmıştır. “Hayır Murat, gelip almana gerek yok, zaten otobüsteyim... Yanılıyorsun... Tabi ki yalnızım, yani şu anda bu konuşmaya kulak misafiri olan onlarca yolcuyu saymazsan.” Ağzından çıkanı duyan kulaklar Ebru'nun beynine ses tonunu alçaltması yönünde bir uyarı yollar. “Daha fazla devam edemeyeceğim Murat, gelince konuşuruz, hadi kapat lütfen. Burak'ın nerede olduğunu nereden bileyim, çok meraklıysan, arayıp ona sor.” Kapatma tuşuna basar ve telefonu hışımla çantasına sokar. Etraftakilerin dikkati dağılır ve herkes yavaş yavaş iç dünyasına geri döner. Yalnızca iki sıra arkadaki emekliler Ebru'nun hikayesini kendi aralarında devam ettirmeyi tercih eder. “Biz gençken böyle miydik kuzum, bu kızlar pek huysuzlar. Oğlan merak etmiş ki soruyor, belli ki seviyor. Hadi iki zarif sözü bir araya getiremedin, bari efendi efendi cevap versene.” Bayan arkadaşı da kafasını aşağıya yukarıya sallayarak konuşur, “Bu oğlanlar da pek akılsız şekercim, bunları süslü püslü görüp tepelerine çıkartıyorlar.” “Aman onlarınki de süs mü? Aslında çocuklarda da kabahat yok, ailelerde o kadar şımartıyorlar ki, bunların da dili böyle pabuç kadar oluyor.” “Ne anaya babaya saygı var, ne sevgiliye kocaya. Ben bizimki hesap sorduğunda böyle cevap verseydim kızılca kıyamet kopardı... Ahh ahh, hayatta olsaydı da isterse koparsaydı yaygarayı.” Arkadaşının hüzünlenmesiyle dedikodu hevesi kursağında kalan bayan camdan dışarı doğru dönerse de kulaklarını kabartmaktan geri duramaz ve ağzına sakız olacakları beklemeye koyulur.

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Plaja on dakikalık yürüyüş yolundan gelmelerinin üzerinden on dakika bile geçmeden kakası geldiğini söyleyen çocuk, annesinin sabrını taşırmıştır. “Sana evden çıkarken kaç kere sormadım mı, neden evde yapmadın? Ne zaman tuvalet olmayan bir yere gelsek senin kakan geliyor. Peki şimdi eve dönersek yapacak mısın? Eğer kakan yine kaçarsa bugün bir daha denizi göremezsin ona göre! Bir dur ve bağırsaklarını iyice dinle istersen, seni kandırmadıklarına eminsen toparlanmaya başla bakalım. Emre az ileride güneşlenen kız kardeşleri görünce çok da acelesi olmadığına karar verir, “Tamam, tamam yanlış alarm.” Az önce yerinden kalkmaya üşenen kendisi değilmiş gibi bu sefer de anne tatmin olmaz bu cevaptan, “Emin misin oğlum, bak sakın altına kaçırayım falan deme... Akşama misafir gelecek, bok yıkamakla uğraşamam.” Emre yaz sonunda birinci sınıfa geçecek olmasına rağmen zaman zaman tuvalet problemi yaşamaya devam etmektedir. Doktor sorunun psikolojik olabileceğini ve ilgi çekmeye çalışan çocuklarda bu tip durumların görülebileceğini söylemiştir. Anne çok ikna olmamıştır, çünkü Emre de en az kardeşi kadar ilgi görmektedir evde. Emre aslında olgun bir çocuktur ve kardeşini kıskanması için geçerli bir sebep de yoktur, ayrı odası bile vardır. Yaşıtlarının aksine kızlarla oynamayı hiç de sıkıcı bulmayan Emre bakkalın kızını da geçen yazdan beri beğenmektedir. Normalde kış dönemi boyunca unutulup gitmesi gereken bu hoşlanma ne yazık ki karşılıksızdır. Su hem yaşça hem de boyca Emre'den büyüktür. Emre hipnotize olmuş gibi kızlara yaklaşır, annesine cevap vermediğinin farkında bile değildir. “Merhaba, ben Emre.” Küçük kardeş atılır, “Merhaba Emre, benim adım Bu, otursana...” Şaşırarak sorar, “Gerçekten adın Bu mu?” O ana kadar ilgisiz kalmış
olan abla yavaşça doğrulur, “Hayır aslında adı Buse, ama benimle uyumlu olsun diye kendine Bu diyor. Çocukça bir şey işte!” Emre ayakta kalmak ile oturmak arasında kararsız çömelir. Karındaki bu ani basınç artışı gazları tetikler ve duyulabilecek bir ses çıkar. Emre kıpkırmızı kesilir, ama hiçbir şey olmamış gibi normal davranmaya devam ederse, başkalarının da bu hareketi örtülmesi gereken bir kabahat olarak görmeyeceğini düşünür. Yanılmıştır. “Ohaa, fare ölüsü mü yedin, o da neydi öyle?” Su'nun umulmadık çıkışı karşısında Buse de en az Emre kadar afallar. Oğlunun o vaziyette ileri geri sallandığını gören genç kadın daha geç olmadan müdahale eder, “Emre hadi, denize gireceksen gir, eve geç kalacağız.” Özür dileyerek kalkar Emre ve kızgın kumların ayaklarını yakmaması için koşarak denize atlar. Kapının önünde bekleyen yemek artıkları aydınlığa çıkar ve sudan hafif oldukları için yüzmeye başlarlar. Bunu görenler ise çığlıklar atarak Emre'yi merkez alan bir daireden eşit hızla uzaklaşırlar. Emre, ertesi günü cezalı olmamasına rağmen evden dışarı adım atmaksızın odasında geçirir. Bir karar vermiştir, artık doğanın çağrısını ertelemeyecek ve kendinden büyük kızlardan uzak duracaktır.

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Hayvanat bahçesindeki papağan genç kadının kafese yaklaştığı her sefer göğüs tüylerini yolmaktadır. Veteriner olarak göreve başladığından beri hayvan neredeyse çıplak kalmıştır. Fıstık, meyve ve hoşuna gidebilecek türlü yemişler verdiyse de başkalarının ilgisini çekmek için türlü taklit yapan bu yaratığın arkadaşlığını kazanmayı başaramamıştır. Okuldaki bir hocasından aldığı tavsiye üzerine son çare olarak parfümünü değiştirmiş, ama papağan kendini kelleştirmekten vazgeçmemiştir. Kitaplarda da aradığı çareyi bulamayınca aklına bir önceki veterinere danışmak gelir. İdareden Kamil Bey'in telefonunu alır, ama numaranın geçici olarak kapalı olduğunu öğrenir. Veterinerlerin gerçek anlamda emekli olamayacağını bildiği için birkaç gün boyunca denemeye devam eder ve sonunda hattın öbür ucunda bir insan sesi duyulur. “Alo, buyurun.” “İyi günler, Kamil Bey'le görüşmek istemiştim ben Hale, hayvanat bahçesinin yeni veterineriyim” “Merhaba Hale Hanım, babam telefonu evde unutmuş, doktora gitmişti, ama muhtemelen öğleden sonra evde olur.” Geçmiş olsun, ben papağan ile ilgili Bir şey soracaktım da, o yüzden rahatsız ettim, sonra tekrar ararım.” “Nalan mı?” “Efendim?” “Hangi papağan, büyük olan mı?” “Evet, evet Nalan. Anlaşılan siz de tanıyorsunuz bizim kırmızılı hanımı?” “Elbette, babama her geldiğimde saatlerce kafesinin önünde otururdum. Bizim anladığımız şekilde konuşmazdı, ama seyrine doyum olmazdı.” “Nalan türünün çok güzel bir örneği, daha doğrusu ben gelene kadar öyleydi. Nedense yıldızlarımız barışmadı ve beni her gördüğünde tüylerini yolup, tepki veriyor.” “Ben galiba sorunu anladım, ama bunu size telefonda söyleyemem.” Hale hem şaşırır hem de aradığı çözümün çok da uzakta olmadığını düşünerek sevinir. “Sizinle meslektaş mıyız acaba?” “Hayır, ben moda fotoğrafçısıyım. Bakın, Nalan çok kıskançtır ve bu kadar şiddetli tepki vermesi sizi tehdit olarak gördüğüne işaret ediyor olabilir. Sizi bu kadar uğraştırdığımı duysa babam çok kızardı bana, orası kesin, ama sizden randevu kopartmaya çalışıyorum, çünkü Nalan'ın zevkine güvenirim.” Kahkahasına engel olamasa da sesinin şuh çıkmamasına büyük özen gösterir Hale. “Eğer dediğiniz doğruysa ona yaklaşmak için yanıma erkek bir yardımcı almam gerekecek demektir. Bu akşam Nalan'ın aşısı var, eşlik etmenizi istesem, yanlış anlamazsınız umarım” Şaşırma sırası amatör çapkındadır, “Gerçekten mi, yani istersem gelip sizi görebilir miyim?” “Beni ve tabi ki Nalan'ı, onu kazanmam lazım.” “Yani amaca giden her yol mubahtır ve siz de meslek aşkı uğruna benim varlığıma katlanacaksınız, öyle mi?” “Akşam yedi buçukta, Kamil Bey'in de işi yoksa, kendisiyle tanışmaktan çok memnun olurum.” “Babam o saatlerde briç kulübünde olur, ama ben selamınızı iletirim. Orada olacağım. Şimdilik hoşça kalın.” “Görüşmek üzere deyip kapatmadan önce adınızı sorabilir miyim?” “Kerem ben, akşama görüşmek üzere Hale Hanım.”

En başta söylemeyi unuttum, belki merak etmişsinizdir bu öykülerin hepsinin aynı giriş cümlesine sahip olma şartı da nereden çıktı diye ve hatta, 'Genç kadının, "Yine başlama lütfen!" şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü.' cümlesini kim ve neden seçti diye... Efendim rahmetli kendi çapında yıllardır yazardı ve kendisinden kalan son not defterinden anlaşılıyor ki, bir öyküye başlamış, ama sonunu getirmeye ömrü vefa etmemiş. Bizim yarışma düzenleme çabalarımız da bir nevi miras. Ortak olup yükümü paylaştığınız için sonsuz teşekkürler.

Comment Log in or Join Tablo to comment on this chapter...

Ağır Vazife

"Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, hayattır." Alexis de Tocqueville

Birazdan okuyacağınız öyküler bana ait değil. Pek gönüllü olmamama rağmen hatırlı dostların ısrarı ile jüri üyesi olduğum bir edebiyat yarışmasında finale kalan dört eseri okuyacaksınız. İlk defa bu sene düzenlenen yarışma şartnamesindeki tek madde, öykülerin, “Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü.” cümlesini devam ettirmesi ve beş yüz kelime sınırını aşmamasıydı.
Yemek kitaplarının bile hikayeden çok sattığı bir ülkede yarışmaya katılım tahmin edeceğiniz üzere pek yoğun olmadı, hepi topu yirmi üç eser geldi posta kutuma. Kendimce akıllılık edip, değerlendirme kurulundaki diğer arkadaşlara ön elemeyi yapma görevini verdim. Meğerse kazığın büyüğü bana kaçmış. Elemeyi geçen öyküleri bana teslim edip, tatile çıktılar. Bahsettiğim zaten dört kişi, oğlum, kızım ve eşleri. Anlayacağınız eşimin adına düzenlenen yarışmada kazananı ilan etmek bana kaldı. Edebiyat öğretmeni olarak çalıştığı askeri lisenin kapısında geçen sene şehit ettiler aslan gibi adamı. Tabi sadece kocam değil, servise binmek üzere olan dört meslektaşı da hayatını kaybetti patlayan bombanın etkisiyle. Neyse konuyu toparlayacak olursak, dört tane bile olsa el emeği göz nuruyla yazılmış hikayeleri sıralamanın hiç de sandığım kadar kolay olmadığını gördüm. Çocuklardan umudu kesince, aklıma sizden yardım alabileceğim geldi. Eşimin sözüdür, “Vazife bir kişi için fazla ağırsa, pay etmek gerekir.” Evet, işte öyküler, ne derseniz kabulüm artık, gönlünüze sağlık. Bu arada unutmadan, bu bir sır olarak aramızda kalmalı, çocuklar bu işi de kıvıramadığımı bilmesinler, lütfen!

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Körüklü otobüste kendisine yaslanan adamdan kalabalığı yararak kaçıp en arkaya gitmesine rağmen adam da ısrarla onu takip etmiştir. Mesai çıkışı olmasını fırsat bilip her akşam kendisine genç bir kurban bulan sapık, baltayı bu defa taşa vurduğunun farkında değildir. Daha diğer yolcular adama müdahale etmeye fırsat bulamadan, Safiye kendinden beklenmeyen bir çeviklikle arkasındaki adamın sağ bileğini yakalar ve kendi ekseni etrafında döner. Aylarca devam ettiği kendini savunma derslerinde öğrendiği bu hamle tacizcinin acıyla feryat etmesine sebep olur. Safiye adamın kulak hizasına eğilerek, “Her kuşun etin yenmez.” Zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışan adam elini kurtararak, “Yahu elimi kıracaktın ne yapıyorsun sen, karate filmi mi çeviriyoruz burada. Ben bayılıyor muyum kalabalığa sanıyorsun, çok sıkıştıysan inip taksiye bin!” Kapıya yakın duran bir genç de olaya müdahil olur, “Kıvırtıp durma kardeşim, ya efendi gibi özür dile bayandan ya da ağzını yüzünü kırmadan önce in kurtul!” Safiye‟nin de cesareti artmıştır, “Utanıcam, ses çıkarmayacağım sandın değil mi, terbiyesiz herif. Ben senin gibileri bilirim, ürkek kadınların karşısında aslan kesilirsiniz, ama zora gelince kuyruğu kıstırıp lafı evelemeye gevelemeye başlarsınız.” “Yok kardeşim, ortada bir yanlış anlama var. Siz neler diyorsunuz, ben çocuk muyum ya... Herkes gibi yorgun argın evime dönmeye çalışıyorum...” diye konuşarak şoföre ineceğini bildiren düğmeye basar. Gencin çıkışından cesaretlenen kalabalık da homurdanmaktadır. Arkalardan biri atılır, “Geçen gün de uslanmaz herifin teki kardeşime sürtünmüş otobüste, yoksa sen misin lan o sapık?” Otobüs sarsıntıyla durur ve kapıya hücum edenlerin arasında olayın faili gözden kaybolur. Yolculuğun geri kalanı için ortak bir konu çıkmıştır herkese ve günün tüm yorgunluğu unutularak hararetli bir şekilde sohbete başlanır. Yeni binenler de çok geçmeden Safiye‟yi, yağmurluklu adamı ve diğer detayları öğrenirler. Şehre akşam çökerken dayak yemekten ucuz kurtulmuş olan adam durakta bir sonraki avını getirecek otobüsü beklemektedir.

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Telefonda konuştuğu sevgilisi işten o hafta içinde ikinci kez geç gelmesini bahane edip kıskançlık krizine kapılmıştır. “Hayır Murat, gelip almana gerek yok, zaten otobüsteyim... Yanılıyorsun... Tabi ki yalnızım, yani şu anda bu konuşmaya kulak misafiri olan onlarca yolcuyu saymazsan.” Ağzından çıkanı duyan kulaklar Ebru'nun beynine ses tonunu alçaltması yönünde bir uyarı yollar. “Daha fazla devam edemeyeceğim Murat, gelince konuşuruz, hadi kapat lütfen. Burak'ın nerede olduğunu nereden bileyim, çok meraklıysan, arayıp ona sor.” Kapatma tuşuna basar ve telefonu hışımla çantasına sokar. Etraftakilerin dikkati dağılır ve herkes yavaş yavaş iç dünyasına geri döner. Yalnızca iki sıra arkadaki emekliler Ebru'nun hikayesini kendi aralarında devam ettirmeyi tercih eder. “Biz gençken böyle miydik kuzum, bu kızlar pek huysuzlar. Oğlan merak etmiş ki soruyor, belli ki seviyor. Hadi iki zarif sözü bir araya getiremedin, bari efendi efendi cevap versene.” Bayan arkadaşı da kafasını aşağıya yukarıya sallayarak konuşur, “Bu oğlanlar da pek akılsız şekercim, bunları süslü püslü görüp tepelerine çıkartıyorlar.” “Aman onlarınki de süs mü? Aslında çocuklarda da kabahat yok, ailelerde o kadar şımartıyorlar ki, bunların da dili böyle pabuç kadar oluyor.” “Ne anaya babaya saygı var, ne sevgiliye kocaya. Ben bizimki hesap sorduğunda böyle cevap verseydim kızılca kıyamet kopardı... Ahh ahh, hayatta olsaydı da isterse koparsaydı yaygarayı.” Arkadaşının hüzünlenmesiyle dedikodu hevesi kursağında kalan bayan camdan dışarı doğru dönerse de kulaklarını kabartmaktan geri duramaz ve ağzına sakız olacakları beklemeye koyulur.

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Plaja on dakikalık yürüyüş yolundan gelmelerinin üzerinden on dakika bile geçmeden kakası geldiğini söyleyen çocuk, annesinin sabrını taşırmıştır. “Sana evden çıkarken kaç kere sormadım mı, neden evde yapmadın? Ne zaman tuvalet olmayan bir yere gelsek senin kakan geliyor. Peki şimdi eve dönersek yapacak mısın? Eğer kakan yine kaçarsa bugün bir daha denizi göremezsin ona göre! Bir dur ve bağırsaklarını iyice dinle istersen, seni kandırmadıklarına eminsen toparlanmaya başla bakalım. Emre az ileride güneşlenen kız kardeşleri görünce çok da acelesi olmadığına karar verir, “Tamam, tamam yanlış alarm.” Az önce yerinden kalkmaya üşenen kendisi değilmiş gibi bu sefer de anne tatmin olmaz bu cevaptan, “Emin misin oğlum, bak sakın altına kaçırayım falan deme... Akşama misafir gelecek, bok yıkamakla uğraşamam.” Emre yaz sonunda birinci sınıfa geçecek olmasına rağmen zaman zaman tuvalet problemi yaşamaya devam etmektedir. Doktor sorunun psikolojik olabileceğini ve ilgi çekmeye çalışan çocuklarda bu tip durumların görülebileceğini söylemiştir. Anne çok ikna olmamıştır, çünkü Emre de en az kardeşi kadar ilgi görmektedir evde. Emre aslında olgun bir çocuktur ve kardeşini kıskanması için geçerli bir sebep de yoktur, ayrı odası bile vardır. Yaşıtlarının aksine kızlarla oynamayı hiç de sıkıcı bulmayan Emre bakkalın kızını da geçen yazdan beri beğenmektedir. Normalde kış dönemi boyunca unutulup gitmesi gereken bu hoşlanma ne yazık ki karşılıksızdır. Su hem yaşça hem de boyca Emre'den büyüktür. Emre hipnotize olmuş gibi kızlara yaklaşır, annesine cevap vermediğinin farkında bile değildir. “Merhaba, ben Emre.” Küçük kardeş atılır, “Merhaba Emre, benim adım Bu, otursana...” Şaşırarak sorar, “Gerçekten adın Bu mu?” O ana kadar ilgisiz kalmış
olan abla yavaşça doğrulur, “Hayır aslında adı Buse, ama benimle uyumlu olsun diye kendine Bu diyor. Çocukça bir şey işte!” Emre ayakta kalmak ile oturmak arasında kararsız çömelir. Karındaki bu ani basınç artışı gazları tetikler ve duyulabilecek bir ses çıkar. Emre kıpkırmızı kesilir, ama hiçbir şey olmamış gibi normal davranmaya devam ederse, başkalarının da bu hareketi örtülmesi gereken bir kabahat olarak görmeyeceğini düşünür. Yanılmıştır. “Ohaa, fare ölüsü mü yedin, o da neydi öyle?” Su'nun umulmadık çıkışı karşısında Buse de en az Emre kadar afallar. Oğlunun o vaziyette ileri geri sallandığını gören genç kadın daha geç olmadan müdahale eder, “Emre hadi, denize gireceksen gir, eve geç kalacağız.” Özür dileyerek kalkar Emre ve kızgın kumların ayaklarını yakmaması için koşarak denize atlar. Kapının önünde bekleyen yemek artıkları aydınlığa çıkar ve sudan hafif oldukları için yüzmeye başlarlar. Bunu görenler ise çığlıklar atarak Emre'yi merkez alan bir daireden eşit hızla uzaklaşırlar. Emre, ertesi günü cezalı olmamasına rağmen evden dışarı adım atmaksızın odasında geçirir. Bir karar vermiştir, artık doğanın çağrısını ertelemeyecek ve kendinden büyük kızlardan uzak duracaktır.

-o-

Genç kadının, “Yine başlama lütfen!” şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü. Hayvanat bahçesindeki papağan genç kadının kafese yaklaştığı her sefer göğüs tüylerini yolmaktadır. Veteriner olarak göreve başladığından beri hayvan neredeyse çıplak kalmıştır. Fıstık, meyve ve hoşuna gidebilecek türlü yemişler verdiyse de başkalarının ilgisini çekmek için türlü taklit yapan bu yaratığın arkadaşlığını kazanmayı başaramamıştır. Okuldaki bir hocasından aldığı tavsiye üzerine son çare olarak parfümünü değiştirmiş, ama papağan kendini kelleştirmekten vazgeçmemiştir. Kitaplarda da aradığı çareyi bulamayınca aklına bir önceki veterinere danışmak gelir. İdareden Kamil Bey'in telefonunu alır, ama numaranın geçici olarak kapalı olduğunu öğrenir. Veterinerlerin gerçek anlamda emekli olamayacağını bildiği için birkaç gün boyunca denemeye devam eder ve sonunda hattın öbür ucunda bir insan sesi duyulur. “Alo, buyurun.” “İyi günler, Kamil Bey'le görüşmek istemiştim ben Hale, hayvanat bahçesinin yeni veterineriyim” “Merhaba Hale Hanım, babam telefonu evde unutmuş, doktora gitmişti, ama muhtemelen öğleden sonra evde olur.” Geçmiş olsun, ben papağan ile ilgili Bir şey soracaktım da, o yüzden rahatsız ettim, sonra tekrar ararım.” “Nalan mı?” “Efendim?” “Hangi papağan, büyük olan mı?” “Evet, evet Nalan. Anlaşılan siz de tanıyorsunuz bizim kırmızılı hanımı?” “Elbette, babama her geldiğimde saatlerce kafesinin önünde otururdum. Bizim anladığımız şekilde konuşmazdı, ama seyrine doyum olmazdı.” “Nalan türünün çok güzel bir örneği, daha doğrusu ben gelene kadar öyleydi. Nedense yıldızlarımız barışmadı ve beni her gördüğünde tüylerini yolup, tepki veriyor.” “Ben galiba sorunu anladım, ama bunu size telefonda söyleyemem.” Hale hem şaşırır hem de aradığı çözümün çok da uzakta olmadığını düşünerek sevinir. “Sizinle meslektaş mıyız acaba?” “Hayır, ben moda fotoğrafçısıyım. Bakın, Nalan çok kıskançtır ve bu kadar şiddetli tepki vermesi sizi tehdit olarak gördüğüne işaret ediyor olabilir. Sizi bu kadar uğraştırdığımı duysa babam çok kızardı bana, orası kesin, ama sizden randevu kopartmaya çalışıyorum, çünkü Nalan'ın zevkine güvenirim.” Kahkahasına engel olamasa da sesinin şuh çıkmamasına büyük özen gösterir Hale. “Eğer dediğiniz doğruysa ona yaklaşmak için yanıma erkek bir yardımcı almam gerekecek demektir. Bu akşam Nalan'ın aşısı var, eşlik etmenizi istesem, yanlış anlamazsınız umarım” Şaşırma sırası amatör çapkındadır, “Gerçekten mi, yani istersem gelip sizi görebilir miyim?” “Beni ve tabi ki Nalan'ı, onu kazanmam lazım.” “Yani amaca giden her yol mubahtır ve siz de meslek aşkı uğruna benim varlığıma katlanacaksınız, öyle mi?” “Akşam yedi buçukta, Kamil Bey'in de işi yoksa, kendisiyle tanışmaktan çok memnun olurum.” “Babam o saatlerde briç kulübünde olur, ama ben selamınızı iletirim. Orada olacağım. Şimdilik hoşça kalın.” “Görüşmek üzere deyip kapatmadan önce adınızı sorabilir miyim?” “Kerem ben, akşama görüşmek üzere Hale Hanım.”

En başta söylemeyi unuttum, belki merak etmişsinizdir bu öykülerin hepsinin aynı giriş cümlesine sahip olma şartı da nereden çıktı diye ve hatta, 'Genç kadının, "Yine başlama lütfen!‟ şeklinde bağırması üzerine tüm başlar kendisine döndü.' cümlesini kim ve neden seçti diye... Efendim rahmetli kendi çapında yıllardır yazardı ve kendisinden kalan son not defterinden anlaşılıyor ki, bir öyküye başlamış, ama sonunu getirmeye ömrü vefa etmemiş. Bizim yarışma düzenleme çabalarımız da bir nevi miras. Ortak olup yükümü paylaştığınız için sonsuz teşekkürler.

Comment Log in or Join Tablo to comment on this chapter...

Bardak Çatlak

Comment Log in or Join Tablo to comment on this chapter...
~

You might like etrix's other books...